Beykoz Konakları Pazarlama ve Satış Müdürü Leyla Üstel Çağatay, tam 18 aydır bıkmadan usanmadan ve artık gittikçe profesyonel bir dergiye bürünmeye başlayan “Beykoz Konakları”nı çıkarmaya devam ediyor. Bütün bir yıl boyunca Beykoz ve çevresinin kültür, edebiyat ve tarih birikimini gözler önüne sunmaya çalışan derginin yeni sayısı 2000 için özel olarak Beykoz’a ayrılmış. Bu sayıda neler yok ki?...
Beykoz bir şenliktir başlığı altında Beykoz, aslında Boğaziçi’dir temasıyla, yalılar, kayıklar, Göksu Deresi, Anadoluhisarı, Anadolukavağı, Yuşa Tepesi, Polonezköy hatırlatılıyor. Paçası, kaymağı, kalkan balığı, cevizi, memba suları, dalyanları, Beykoz işi olarak anılan cam eşyaları ve her biri sanat eseri değeri taşıyan bastonlarıyla, sadece İstanbul’da değil, bütün Türkiye’de, hatta dünyada farklı bir üne sahiptir burası.
Ya Beykoz tutkunu şair Orhan Veli’ye ne demeli? O’nun bir Beykozlu olduğunu bilmeyen var mı? “Kırk beygir gücündeki yazı makinesi” Ahmet Mithat Efendi şöyle dememiş miydi: “Dünyada İstanbul’u, İstanbul’da Boğaziçi’ni, Boğaziçi’nde Beykoz’u, Beykoz’da da yalımın bulunduğu yeri başka hiçbir yere değişmem!”
5 Mayıs 2013 Pazar
KAPTAN AMCA DÜDÜK ÇAL-ALP ERTUNGA ANISI
Dışarıda Yaz mevsiminin olanca sıcaklığı hakimdi...Paşabahçe semtinin Osmanlı dönemindeki tarihi şahsiyetlerinden birisinin adını içeren Yalının sahilinde 3 çocuk az sonra daha da yakınlarından geçecek vapuru beklemekte idi...biri 11, diğeri 9 ve sonuncusu da 8 yaşlarında idi...işte bekledikleri an gelince ellerini ağız çevresine alıp gür bir sesle haykırmaya başladılar "Kaptan amca düdük çal...kaptan amca düdük çal..." artık alışılagelimiş bir notoda söylemekte idiler o dönemin bildik cümlelerini...kısa bir zaman geçtikten sonra Kaptan köşkünden kafasını uzatıp çocuklara el sallayan yılların deneyimli kaptanı Bahri Kaptan daha sonra Beykoz yönündeki rotasına çevirdi kafasını.
BABAYİĞİT BİR BEYKOZLUYDU ...KOCA İHSAN - MEHMET ALİ YEŞİLBAŞ ANISI
Giyimleri rahmetli Koca İhsan ismi lakabı ile den gibi babayiğit bir Beykozlu. Aslen Ordulu, ayakkabısı fabrikada özel yapılırmış. Tahmini 50 numara falan olsa gerek. Aynı eski köprünün Karaköy girişindeki uzun Ömer gibi. Boyunun uzunluğundan olsa gere Uzun Ömer kamburdu. O küçük tavanı alçak dükkana nasıl girer nasıl sığardı bilemiyorum.Bu seferki yazımda mevzuyu baştan dağıttım. Dönelim Beykoz’a. Tabii vapurla denizi yara yara nazlı nazlı giden Boğaz vapurları ile. Yan küpeştede oturursan yalıları, koruları, arkasında oturursan denizin köpüklerine, başta oturursan da gemiyle yarışan yunus balıklarını seyrederek Beykoz’a dönelim.
PAŞABAHÇE'DE BAŞLAYIP KANLICA'DA DEVAM EDEN ANILAR SİLSİLESİ-P.G.
- Bundan kırk üç yıl öncesi..yer eski İstanbul…Paşabahçe..İki,üç katlı cumbalı evlerin yan yana dayanıştığı ,karşıdan karşıya bakıştığı zamanlar..Gece,gündüz boğazın eşsiz güzelliğini seyreden,soluyan ruh sahibi güzel evler ve içinde yaşayan o güzel,asil insanlar…Rodoşose kaplı,Arnavut kaldırımlı hafif bir yokuşun sağındaydı bahçeli,ahşap evimiz…Asmamız,dut ağaçlarımız,yaramazlıktan bilmem kaç kere düştüğüm kızılcık ağacımız..Kocaman anahtarlı kapısından içeri girince büyük bir taşlık karşılardı bizi.Yazın sıcağından kendimizi içeri attığımız zaman kendiliğinden serin,loş,güneş hüzmeleriyle bizi karşılayan o ev benim cennetimdi..Çocukluğumu çok özlüyorum bazen..O evde geçen,yazlar,kışlar,baharlar bambaşkaydı.Çok güzeldi.
Ne şanslıymışım ki o tarihlerin,o anlamlı zamanlarında geçmiş çocukluğum..Taş aynalar,konsollar,gül ağacında aslan ayaklı masalar,möbleler,fernozlar,pirinç karyolalar,kadife kaplı berjerler,üzerinde kahve pişen mangallar,çini sobalar,tel dolaplar ve onlara nisbet yaparcasına artık biz varız diyen Amerikan koca saplı buzdolabı,merdaneli çamaşır makinesi.
BİR KANLICA ANISI-SÜHEYL AÇIKEL
- Merhaba,
1957 yılında Ablam Kanlıca’da Saatçi Tevfik Beyin ortanca oğlu Turhan Dirin’le evlenip, ilk fotoğrafta görülen İsmail Ağa ( o zamanki adıyla Yoğurtçu Şevket (Sipahioğlu)) ile ilerisindeki Yoğurtçu Sabri arasındaki yalıya gelin gidince benim de Kanlıca serüvenim başlamış oldu.
Yaz aylarında İskele Meydanı ve bitişiği Şevketin Yoğurtçu dükkanı tüm canlılığın merkeziydi. Akşam üzeri orada buluşulur, sohbet edilir, yoğurt yenir,kahve içilirdi. Yoğurt Kanlıca sırtlarındaki mandıralarda yapılırdı. Tadının o kırlardaki otlarla beslenmiş ineklerin sütünden geldiğine inanılırdı,hakikaten de çarşı yoğurdundan çok farklı olurdu.
Yaz aylarının en büyük eğlencesi, gündüz genellikle Körfez’de sandaldan girilen deniz, her iki akşamda bir değişen, geçmiş vizyonun Batı filmlerinin gösterildiği bahçe sinemasıydı.Benim en büyük eğlencelerimden biri de gelen geçen transit gemilerin dalgalarının yoğurtçuda yarattığı paniği seyretmekti.Tecrübeliler oturdukları yerde ayaklarını kaldırarak vartayı atlatırlardı, ama acemiler panikleyip ayağa kalkınca akşam ıslak ayakkabı ve çoraplarla eve dönerlerdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Günün yarıdan fazlasını denizde geçirirdik.Çayırda babalarımızın işten çıkışını ailece beklerdik.Tüm evlerin kapıları gün boyu açık dururdu.Annelerimiz neredeyse gündüz bölümünü, kapı önlerinde serili kilimler üzerinde, birbirleri ile muhabbet ederek geçirirdi.
Yazlık sinemaları,orkinos avı için kurulan “Dalyan”ları,akşam yemeği sonrası deniz kıyılarındaki çay bahçelerinde “Körlerden oluşan”sanatçıları izlemeler,çayırda tüm vatandaşlara açık 3(üç)gün süren sünnet düğünleri(organizasyon belediyeye ait,tüm ünlü sanatçılar gelir ve en az 200-300 çocuk sünnet olurdu),fulbolda şöhretlerin maçları vb.etkinlikler.Delisi boldur.Zira son duraktı.Ömer abi,Cafer kardeşim..
Hemen hemen çoğu ailenin maddi durumu birbirine yakın idi.Yardımlaşma olağandı.
Deri Kundura çalışanları,Mobil Oil çalışanları,balıkçılar,askeriyede çalışanlar(genelde denizciler),sebze-meyve üreticileri,tersane çalışanları,emekliler…
Herşey çok güzeldi…
Anlatacak çok şey var.
Turgut,Deniz,Sinan,Reşat,Ömer,Mecit,Kamil,Yavuz,Göktay,Saim nerelerdesiniz?Var mısınız geri dönmeye?