5 Mayıs 2013 Pazar

KAPTAN AMCA DÜDÜK ÇAL-ALP ERTUNGA ANISI


Dışarıda Yaz mevsiminin olanca sıcaklığı hakimdi...Paşabahçe semtinin Osmanlı dönemindeki tarihi şahsiyetlerinden birisinin adını içeren Yalının  sahilinde 3 çocuk az sonra daha da yakınlarından geçecek vapuru beklemekte idi...biri 11, diğeri 9 ve sonuncusu da 8 yaşlarında idi...işte bekledikleri an gelince ellerini ağız çevresine alıp gür bir sesle haykırmaya başladılar "Kaptan amca düdük çal...kaptan amca düdük çal..." artık alışılagelimiş bir notoda söylemekte idiler o dönemin bildik cümlelerini...kısa bir zaman geçtikten sonra Kaptan köşkünden kafasını uzatıp çocuklara el sallayan yılların deneyimli kaptanı Bahri Kaptan daha sonra Beykoz yönündeki rotasına çevirdi kafasını.

Çocukluk yıllarının ele avuca sığmaz günlerini yaşayan 3 isimde o gün heyecanlı mı heyecanlı idi..aylardır bu anı beklemişlerdi. Sabırsızlıkları yüzlerinden okunmakta idi.Her zamanki gibi ilk sabırsızlanan Melih oldu
-Hadi artık zamanı gelmedi mi?
"Hayır" dedi içlerinden en büyük olanı sonrasında diğer ikisine biraz daha sokularak kısık bir sesle ;
-Biraz daha beklemeliyiz,el ayak çekilmeye başlasın.
Haklısın dedi Melih, annesinin birazdan her zamanki saatinde öğleden sonraki zaman dilimindeki uyku anlarını anımsayarak.
Ortanca olanı ince sesi ile ilave etti ;
-Evet ya, birazdan babamda işe gidecek.

Her 3 çocukta o Yaz'ı hayatları boyunca unutamayacaklarını iyi biliyorlardı.Peki ama neydi onları heyecanlandıran ve her geçen dakika daha da sabırsız kılan olay. Birde kimselerin bilmemesi, görmemesi gereken küçük sırları neydi?

El ayak çekilip yaklaşık 1 saatlik zaman dilimi geçtikten sonra gerçekleştirdikleri şeyin olumsuz biçimde neticelenmesi ile hayal kırıklığı içerisinde idiler. Ağızlarını tabiri caizse bıçak açmıyordu.Onları dışarıdan görenler hayatlarının en üzüntülü anlarından birini yaşamakta olduklarının farkına varmakta zorlanmazdı.
-Bir yerde hata yaptık ancak nerede?
 Dedi en büyükleri, ardından devam etti her bir kelimesi hüzün kaplı konuşmasına
-Macunu her yana sürdük, bir milim bile boş alan bırakmadık...peki ama neden başaramadık hala anlayabilmiş değilim
-Ben size söylemiştim, bu tahtalar çok kalın...sanki okyanuslara açılacak kadar sağlam şekilde yapmak zorundamıydık?
-Ne yapalım ince tahta vardı da ben mi engel oldum, kayıkhanedeki ince tahtaların yetmeyeceği apaçık ortada iken mecbur almadık mı o kalası kesip eklemeye. Ön tarafına üçgen şekil verdik, arkasını düz yaptık, macunları sağlam çektik...demek ki birine akıl danışmalı idik. Havuzdaki sandala nasıl da benzetmiştik. Adeta küçülmüş bir kopyası gibi olmadı mı?

İşte bu anları yaşamakta iken bir çift göz onları izlemekte idi. Üzüldüklerini anlamıştı, ancak yaptıkları işteki cesaretlerine, inatlarına da hayran olduğunu anımsadı. Birkaç aydır kendilerini takip ettiğinin farkına bile varamamışlardı işlerine olanca dikkatleri ile odaklandıklarından. Bir ara yanlarına gidip gitmemekte tereddüt etti, bunun o an için doğru olup olmayacağını kafasında tartmaya başladı. Son kararı çocuklarının yanına gidip onları teselli etmek olduğunu anladı ve ağır adımlarla ancak oldukça sessiz biçimde yanlarına doğru yürümeye başladı. Birkaç metre kala durdu. Bizim kafadarlar hala denize bakıyor ve düşünüyordu.

Yılların emaktarı Ahçı Osman Amacayı arkalarında kendilerine bakıp gülmememek için zorlanır halde buldular. Aylardır sakladıkları sırrın açığa çıkmasına üzülecek halde değildiler. Yeniden hafalarını denize doğru eyip, 1,5-2 metre arasındaki dibe çökmüş halde bıraktıkarı sandallarına yoğunlaştılar.
-Her şeyin bir kural kaidesi var!
Cümlesini duyunca bu kez merakla döndüler Osman Amacalarına.
-Biliyorum şu anda nerede hata yaptığınızı düşünmektesiniz. Ancak dediğim gibi herşeyin bir kural-kaidesi-ölçüsü var.
-Ama biz her bir köşesini su sızmayacak kadar çok sağlam macunladık Osman Amca!
-Bak Abdullah ! siz yapacağınızı en iyi şekilde yaptınız da suyunda her üzerien konulanı üstünde tutma durumu olamaz.
-Nasıl olamaz ki? karpuz bile atınca dibe çökmüyor. Hatta geçen gün içi dolu bir su bidonu bile önümüzden salına salına geçip gitti. Oysa bizim sandalımız dört dörtlük idi. Neden dibe çöktü anlayabilmiş değilim.

Yalının emektar ahçısı Bolulu Osman anlayabilecekleri kelimeleri seçerek izaha çalıştı. Her kapalı tahtanın bir sandal biçimine getirilip, macunlanıp suya atılınca yüzeyde kalamamayacağını anlatmaya gayret etti.

Çocukluk yıllarının en hareketli, en neşeli günlerini geçirmekte iken moralleri bir anda altüst olan 3 kafadar, anlatılanları dinleme gayretinde olsalarda pek de anlamışa benzemiyordu. Bunun farkına varan Ahçı Osman kafalarını dağtmaları için aklına geleni kendine has şivesi ile yüksek sesle haykırdı ;
-Haydi yemek zamanı.
O anda mutfakta kızarmakta olan patatesleri aklına gelince iki kafasını iki eli arasına alıp telaşla haykırdı
-Abov yanıd gitti patatesler,köfteler
Onun bir bacağını hafif aksaatrak yaptığı koşusunu görünce gülmekten kırıldılar...

Yanlarına vardıklarında Ahçı Osman, tavada yanan pataesleri çöpe atıp yeniden dilimlediği yenilerini tavaya koyup, köfteleri de yanına ekleyip işini tamamlamıştı bile. Mutfakta kurulan masada bizim 3 afacan soğuk ayranları ile kızartmalarını bir başka iştahla yediler. Dakikalar önce üzerlerine sinen hüzünlü hava dağılmaya başlamıştı.Bir süre sonra sahil tarafından o bildik vapur düdüğü ile bir birlerine bakakaldılar ve aynı anda ağızlarından aynı cümle çıktı!
-Eyvah kaçırdık
Ahçı Osman onlara moral verme niyeti ile
-Aman bir kerecik te kaçıversin, akşam vapuruna yaparsınız çağrınızı.

Her üçü de ağızlarını tıka basa dolduran ekmek arası patates-köftelerini yerlerken, aykları ile tempo tutmaya başladı..."Kaptan amca düdük çal...kaptan amca düdük çal..."

ALP ERTUNGA

Hiç yorum yok: